Aşk gündemde

Bizim yazıların sonuna koyduğumuz tadımlık dizelerin tiryakisi olduğunu söyleyen okurlarımız (okumayanlar da sağ olsun), karamsar politika ve şiddet haberleri arasında içlerini rahatlatan duygusal bir soluk aldıklarını söylüyorlar.
Son zamanlarda gazetelerin kimi köşe yazılarında aşk konusuna değinilmesi, bir bakıma toplumdaki gerilimden kaçış isteğinin bir yansıması gibi geliyor bize. Hafta başında Yeni Binyıl gazetesinde aşk üzerine bir dizi başlarken iki köşe yazarının art arda aşk konusunu ele almaları bize de benzer güzel esintiler verdi.
Söz konusu yazı dizisinde Attila İlhan, "şimdiki aşklar ile kendi zamanlarında yaşanan aşklar arasında çok farklar olduğunu" söyleyerek şöyle diyor:
"Gerçi adamına göre değişir ama, şimdilerde yaşanan aşkların genellikle gerçek aşk olduğu söylenemez. Örneğin, biri 'ben aynı anda üç kişiye birden aşığım' diyor. Böyle bir şey olamaz, çünkü bu aşk ile cinsel ilişkiye duyulan hevesin biribirine karıştırılmasıdır. Yani böyle diyen bir kişi aslında 'Ben üç kişiyle de sevişmek istiyorum' demek istiyor."
Attila İlhan'ın söylediği elbet doğrudur, ama aşkı tümüyle cinsellikten soyutlamak ya da aşk açısından cinselliği yadsımak ne kadar gerçekçi olur? Zaten yadsıyan da yok galiba.
Aşkın gazete köşelerinde "gündeme girmesi" çok hoş.
Bakın Haşmet Babaoğlu yazısına nasıl başlıyor:
"Aşkın lafı bile yetiyor üstümüzden uyuşukluğu atmamız için... Şu ünlü 'iki binlere' girmiş olabiliriz ama yüzlerimiz hala romantik çağ'da; aşk denince gözlerimiz ışıldıyor, alnımıza ışık düşüyor ve yanaklarımıza genç arayışların pembeliği yansıyor."
Babaoğlu yazısının sonlarında binbir aşk tanımına bir yenisini ekliyor:
"Aşk bozulmayı, parçalanmayı, dağılmayı göze almaktır."
Amatör ya da sanal yazarlarımızdan da ilginç bir aşk tanımı aktaralım:
"Aşk, sevdiğinin kargacık burgacık kötü yazısını bir hat eseri gibi görmektir."
Güler Kazmacı ise, Posta'da pazar günkü "Aşk 'yanlış' sever" başlıklı yazısında aşkı sorguluyor:
"Aklımıza, mantığımıza 'değen' insanlara değil, aşık olduğumuz adamlara hayatımızı açtık. 'Bak adam sana ne kadar uygun' denilen kişilere 'ama bir şey duymuyorum' diye yaklaşmadık da, bizi hırpalayan 'yanlış' konumda birisine yandık yakıldık."
(...) "İnsanın mantığının onayladığının birisi, her vakit yüreğini şahlandırmıyor. Tersine, görenlere 'nasıl olur da bunu sever yahu?' dedirtecek birisi ise, insanın kan basıncında dev dalgalar yaratıp, kafasında sonsuz bir saplantıya dönüşebiliyor: Neden derseniz, 'uygunluk' heyecan verici değildir; serüven kokmaz. Aşkı besleyen kaygı, merak, kuşku gibi bir yığın 'bilinmezlik' duygusu yaratmaz. Tersine güven ve ferahlık verip, 'gevşetir'."
Kazmacı'nın aşkı besleyen "bir yığın duygu" arasında saydıklarına katılıyoruz, ama tam karşı kategoriye koyduğu ve aşkla bağdaşmaz izlenimi verdiği "güven" duygusunu da biz aşkı besleyen o "bir yığın" duyguya dahil ediyoruz.

Bir şiir


Bu yazıyı aşk şairi Attila İlhan'ın dizeleriyle noktalamamız gerekir:

"Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir / Azıcık okşasam sanki çocukturlar / Bıraksam korkudan gözleri sislenir / Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / Böyle bir sevmek görülmemiştir."

  ana sayfa

bana mail atmak için tıklayın