Önce şarkılar

Kimbilir kaç kez söylemişti yalnız akşamlarda Sezen'in şarkısını: "Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk..."

Bir de "kurşun adres sormuyordu"

Bir de "ölürüm sana"ydı...

Bir de "bir ihtimal daha var oda ölmekmi dersin"di...

"Aşk"ı niçin ve ısrarla ölümle koşut kılıyordu şarkılar?

Ya sinemalar?

Ya aşk hikayeleri?

Ya haber bültenleri?

Ya sevda şiirleri?

***

Ahmet Altan şöyle anlatıyordu aşkı:

"İnsanlar aşktan korkuyorlar çok istemelerine rağmen... Aşk, böyle çok çok çocuksu, çiçeklerle dolu, kırmızı kalplerle dolu, çok nahif, çok evcil birşey değil...

Aşk bence daha şiddetli, daha vahşi birşey... Aşık olan bir adama bakın; o güne kadar ki bütün ölçüleri değişir, önem verdiği herşey bir anda önemsizleşir. O adam bir deliye, bir dervişe, kıskanç, kızgın, öfkeli, ölümü göze alan, öldürmeyi göze alan birisi haline gelir.

Aşkla birlikte hayatı ve kendimizi, neredeyse bir tek insanda görüyoruz. O insan olmadığı zaman hayat yok, dünya yok... Ve bütün hayatınızı, bütün dünyayı bir tek insanla bağladığınız zaman, onu kaybetme korkusu da hayatı kaybetmek kadar, ölüm kadar büyük oluyor..."

"O"nu kaybetme korkusu...

Peki, "o" kadın mı?

Ya da, daha çok "kadın" mı?

Kadın yazar Nevval Sevindi'ye göre öyle:

"Aşk kadına bence çok benziyor ve kadınla bütünleşmesi belki bu yüzden. Ama kadın hep aşkın bir nesnesi olarak görülüyor; oysa öyle değil, öznesi kadın aşkın ve onun varlığı aşka sizi çağırır, çezbeder, erotizmini sunar. Ama aynı zamanda kendini de kaçırır. Acı da buradan çıkar, mutsuzluk da buradan çıkar belki.

Acı da olsa, "mutlu aşk yoktur" diyenleri haklı çıkarsa da; şarkılar, sinemalar "ölüm, sözcükleri içerse de her aşk "şiddet" içermiyor.

Şiddeti açıklamıyor aşk.

Suçlusu aşk değil, şiddetin, kadınla erkek değil...

Köklerini Özcan Köknel anlatıyor.

"Şiddet demek, bütün tanımlardı insanlardaki saldırganık iç güdümsünün, öfkeyle, kinle, karşıdaki doğaya, nesneye veya inana yönelik olan, oyk edici, yakıcı, yıkıcı, tahrip edici biçimi şu anda bizim ülkemiz için geçer mi? Evet geçerli neden geçerli?

Birbirimize en ufak bir sevgi sözcüğünü bile söylemeyi esirgediğimiz için... Ekranlardan her zaman görüntülerini görüyoruz; insanların birbirleriyle olan bütün iletişim biçimleri, temelde şiddet yönelik bir iletişim... neyse, yüzümüzdeki asıklıkla, kullandığımız sözcüklerle, birbirimizi küçümsemekle, birbirimize hakaret etmekle, itmekle, kakmakla, dövmekle, yaralamakla, öldürmekle... Şu anda bilim toplumun yaşadığı bu değil mi? Bu..."

***

Kartal'da yaşanan trajedinin ardında aşk öyküleri aranıyor.

Oysa aşkı tanımlayan tüm sözcükler kadından ve erkekten söz ediyor.

Çocuktan değil.

Onlar çocuktular oysa.

Ve trajedinin ardında yatan temel kavramı belki de Özcan Köknel'in "şiddet"le ilgili sözlerinin içinden çekip çıkarmak gerekiyordu.

İletişim...

Ya da iletişimsizlik...
Aslında ölenin de öldürenin de "kurban" olduğu bu hazin olayda, düşündürücü bir iletişimsizlik sorunu vardı.

Benzer pek çok olayda olduğu gibi...

Hatta yurtdışındaki benzer olaylarda olduğu gibi.

İletişim ille de New York'ta yaşananlardan Pekin'deki Çinliler'in haberdar olması değildi.

Çocuklarımızın odasında olup bitenlerden haberimiz yoksa; çocuklarımızın yaşadığı odalarla sizin yaşadığınız odalar arasında iletişim kopmuşsa; neye yarar televizyonlar, uydu telefonları, internet bağlantıları...

Okuldan atıldığında da hiç konuşmamıştı ailesi Murat'la, olaydan sonra da aramamıştı Murat'ı gözaltında kaldığı yerde...

Şebnem'in ailesinin de haberi yoktu Murat'ın varlığından...

***

Şimdi, son bir işe daha yaramalı ölüm sözcüğü.

Önce şarkılardaki, şiirlerdeki, sinemalardaki ölümleri öldürmeli...

Hayata bağlanmalı aşklar, şarkıların ve şiirlerin dizelerinde...

Ve sonra...

Çocuklarımızın yüreklerine bağlanmalı yüreğimizin telefon santralları...

Çocuklar hayatın ve sevginin kapsama alanına alınmalı...

       ana sayfa

bana mail atmak için tıklayın